İman etmeyenlerle, Allah'a gerçek anlamda iman eden, O'nun kitabını ve Peygamber Efendimizi kendilerine yol gösterici edinmiş insanlar arasında çok büyük farklar vardır. Bu iki grup, yani müminler ve inkârcılar, tamamen iki ayrı dünyanın insanlarıdır. Kuran'da bildirildiği gibi, ahirette de birbirlerinden ayrılacak, bir taraf cennet, diğer taraf cehennem halkı olacaktır.

Ancak bu iki taraf arasındaki büyük fark, aşılması imkânsız bir sınır oluşturmaz: Dinden uzak bir ortamda yetişmiş olan bazı kimseler de zaman içinde gerçeklerin farkına varabilir ve Allah'ın verdiği bir hidayet üzerinde tevbe edip, O'nun yoluna girebilirler. Bu da, Kuran'da bize bildirildiğine göre, çoğu kez müminlerin yerine getirmekle yükümlü oldukları "tebliğ" (Kuran ahlakının anlatılıp-yayılması) ibadeti vesilesiyle olur. Müminler, Allah'ın ve ahiretin farkında olmayan, dünya hayatına aldanmış "cahiliye" toplumunun fertlerine ellerinden geldiğince Allah'ın varlığını ve birliğini ve O'nun yolunu (Kuran ve sünneti) anlatırlar. Cahiliye toplumunda yetişmiş, ancak iman edecek akıl ve vicdana sahip olan kişiler, bu tebliğ sonucunda iman ederler.

Ancak Allah'ın varlığını ve Kuran'ın O'nun Hak Kitabı olduğunu tasdik eden insan, bir anda cahiliyeden kurtulmuş olmaz. Kuran'ı iyice öğrenene ve onu içine sindirip her şeye Kuran'ın rehberliğine göre bakmaya alışana kadar, cahiliyenin telkini sonucunda edindiği bazı yanlış düşünce kalıplarını ve davranışlarını sürdürebilir. Ayrıca yine cahiliyenin üzerinde bıraktığı etki nedeniyle, yeni tanıştığı imanlı insanların bazı özelliklerini anlamakta güçlük çekebilir.

Bu nedenle, müminlerle yeni tanışan ve dini öğrenmeye uğraşan bir insanın aklına bazı soruların gelmesi, bazı konularda hala cahiliye mantığını kullanması doğaldır. Ancak Kuran'da, tüm bu soruların cevapları verilmekte ve cahiliyenin tüm çarpık mantıklarına ve davranış biçimlerine karşı doğrular öğretilmektedir.

Bu kitabın yazılmasındaki amaç da, din ve iman eden kimselerle yeni tanışan kişilerin aklına gelebilecek muhtemel soru ve kuşkulara Kuran ayetleriyle cevap vermek ve cahiliyeden edindikleri davranış ve düşünceler yerine, Kuran'da bildirilen doğruları anlatmaktır. Giriş

Dünyada yaşam süren toplumların birbirlerinden çok farklı yapıları ve değer yargıları vardır. İdeolojiler, gelenekler, kültürler insanlar arasında büyük farklılıklar oluşturmuştur. Bu nedenle de insanların düşünce ve davranışları birbirine tamamen zıt olabilir. Bir insanın doğru olarak kabul ettiği şey, bir diğeri için tamamen yanlış olabilir.

Ancak insanlar arasındaki bu kültürel ya da ideolojik ayrımların ötesinde, çok daha büyük ve temel bir ayrım daha vardır. Kuran'da bildirildiğine göre, tüm insanlık, Allah'a iman edenler ve etmeyenler olarak iki gruba ayrılmıştır. Ve bu iki grubun arasındaki farklılık o denli büyüktür ki, az önce saydığımız geleneksel ve kültürel farklılıklar bunun yanında son derece önemsiz kalır.

İman eden kişi Allah'ın sonsuz kudretinin farkındadır: Kendisini ve tüm diğer varlıkları Allah'ın yarattığını ve O'nun kontrolünde olduğunu, Rabbimizin gücünün her şeye yettiğini ve tüm mülkün O'na ait olduğunu kavramıştır. Bu dünyanın geçici bir yurt olduğunu ve burada yaptıklarının hesabını ahirette Allah'a vereceğini de bilmektedir. Oysa Allah'ı tanımayan bir insan, doğal olarak bu gerçeklerin tümünden habersizdir. Onun gözünde tüm dünya başıboş ve sahipsizdir. Bu kaos ortamı içinde kendi varlığını devam ettirmeye, çıkarlarını korumaya çalışmalıdır. Çıkarlarını korumak uğruna her türlü sahtekarlığı da rahatlıkla yapabilir, çünkü tüm yaptıklarının hesabının sorulacağından habersizdir.

Bu iki insan modelinin, dünyaya bakış açıları ve dolayısıyla karakterleri, ahlak yapıları ve davranışları taban tabana zıttır. Kuran'da, bu farklar oldukça detaylı bir biçimde anlatılır.

Kuran'da bildirildiğine göre, inkârcı toplum, Allah'ı tanımayan, ya da "O'nu arkalarında-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edinmiş" (Hud Suresi, 92) ve "Allah'ı gereği gibi takdir edememiş" (Enam Suresi, 91) insanlardan oluşan bir toplumdur ki, Kuran'da bu topluma "cahiliye toplumu" adı verilir. Bu toplum her ne kadar kendini "ileri ve çağdaş bir uygarlık" olarak tanımlasa da, Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen, ahireti gereği gibi tanımayan, kendi var oluşunun amacı hakkında bilgisi olmayan bir yapıya sahip olduğu için aslında "cahil"dir.

İşte gerçek müminler bu "cahiliye toplumu"nun üyelerinin yanında sayıca çok küçük bir azınlığı teşkil ederler. İman edenler Kuran'daki peygamber kıssalarında da açıkça görüldüğü gibi, tarih boyunca cahiliye toplumunun içinden çıkmışlardır.

Ancak müminlerin cahiliye toplumundan farklı bir yapı oluşturmaları, onlarla hiç muhatap olmayacakları anlamına gelmez. Aksine müminler, Allah'ın emri gereği, sürekli olarak bu kişilerle konuşmaya, onları dine davet etmeye çalışırlar. Çünkü bu toplum içinde de mümin olacak vicdana ve akla sahip kimseler vardır; ancak kendilerine anlatılmadığı için dinden habersizdirler, "cahil" kalmışlardır. Müminler bu kimselere de Kuran ahlakını anlatmaya çalışırlar.

Ancak cahiliye toplumunun içinden gelen ve müminlerle yeni tanışan bir kişinin aklına, ilk başta bazı sorular takılabilir. Çünkü Kuran ahlakına sahip insanlar onun görmeye alıştığı insanlardan çok farklıdır. Bencil, çıkarcı, vicdansız, kibirli, basit hedefleri olan insanlarla bir arada olmaya alışmışken, birden bire son derece vicdanlı, fedakâr, akıllı, şahsiyetli, mütevazı, güvenilir, hoşgörülü insanlarla karşılaşmak kişiyi şaşırtabilir. Belki karşılaştığı bu insanların gerçekten göründükleri gibi olmadıklarını düşünebilir.

Oysa müminler her zaman samimi ve dürüst insanlardır. Çünkü onlar Allah'ın gösterdiği yolu izlemektedirler ve insan için, kendisini yaratmış olan Allah'tan başka doğru bir yol gösterici yoktur. Kuran ahlakıyla yeni tanışan kişinin tüm şüphe ve kuruntuları ise, içinden çıkıp geldiği çarpık cahiliye toplumunun telkinlerinden kaynaklanmaktadır.

Bu kitap, cahiliye toplumunun içinden gelen ve Kuran ahlakıyla yeni tanışan bir kişinin aklına gelebilecek söz konusu muhtemel soru ve kuşkuları açıklamak üzere yazılmıştır.